Bel ve Boyun Ağrısı

Bel ve boyun ağrısı şikâyeti, hastaların polikliniğe başvurma nedeni incelendiğinde, en sık görülen 2. şikâyettir. Bir insanın ömrü boyunca bu nedenle en az bir kez doktora başvurma oranı yaklaşık %90, birden çok başvurma oranı ise yaklaşık %60’tır. Verilen istirahat raporları incelendiğinde ise, istirahat raporlarındaki teşhisin, vakaların %15’inde bel ve boyun ağrısı olduğu gözlenmektedir.

Bel ve boyun ağrısı şikâyeti bu kadar yaygın olmakla birlikte, hastaların %85’inde altta yatan bir patoloji, yani hastalık yoktur, durum çoğunlukla basit bir kas ağrısından ibarettir. Fakat basit bir kas ağrısı dediğimiz durum bazen morfinle bile zor kontrol altına alınırken, omurga tümörüne bağlı bir ağrı bazen basit bir ağrı kesici ile maskelenebilir. Dolayısıyla bel ve boyun ağrısı olan her kişi mutlaka bu konuda uzman bir hekim tarafından muayene edilmelidir. Bel ve boyun ağrısının altında bir hastalık yatıyorsa, bu nadiren yansıyan bir ağrı olabilse de, çok büyük çoğunlukla omurga ile ilgili bir sorunu işaret eder.

Asıl adı Nöroşirürji olan uzmanlık dalı, Türkçeye tam tercüme edilemediğinden ötürü ülkemizde, Beyin Cerrahisi, Beyin ve Sinir Cerrahisi, Beyin Sinir ve Omurilik Cerrahisi, Beyin Sinir ve Omurga Cerrahisi gibi muhtelif isimlerle anılmaktadır. Aslında kelimenin birebir tercümesi Sinir Sistemi Cerrahisidir. Sinir Sistemini kabaca tarif etmek gerekirse üçe ayırabiliriz; beyin, omurilik ve sinirler. Omurilik beynin hemen devamı olarak başlar ve sırt-bel bileşkesine kadar devam eder. Kollarımız ve bacaklarımız gibi uzuvlarımıza giden tüm sinirler de omuriliğimizden çıkar. Kafatasımızın hemen altından başlayıp, kuyruk sokumumuza kadar uzanan kemik yapı omurga diye adlandırılır ve ortasından geçen omurga kanalında omuriliği barındırır. Omurilikten çıkan sinirler ise, omurga kanalının içinde omurilikten ayrıldıktan sonra, omurganın her iki yanındaki, foramen denilen deliklerden, omurgayı terk ederler. Dolayısıyla omurga, Beyin Cerrahisi’nin en temel konusudur ve herhangi Beyin Cerrahisi polikliniğine başvuran hastaların en az %70’ini omurga ile ilgili rahatsızlıklar oluşturur.

Bel ve boyun ağrısı ile kendini gösteren omurga hastalıklarını anlayabilmek için, omurganın yapısının da biraz bilmek gerekir. Omurga tek bir kemik değil, çok parçalı karmaşık bir yapıdır. Öncelikle dört bölgeye ayrılır; boyun, sırt, bel ve kuyruk sokumu. Boyunda 7, sırtta 12, belde ise 5 adet, tıbbi adı vertebra olan, omur kemiği vardır. Kuyruk sokumu tabir ettiğimiz bölge ise tıbbi olarak sakrum ve koksiks olmak üzere ikiye ayrılır. Sakrum 5 omur kemiğinin birbirine kaynaması ile oluşmuş üçgen şeklinde büyük bir kemiktir ve omurgamızı leğen kemiğimize bağlar. Koksiks ise 4 mini omur kemiğinin birbirine kaynaması ile oluşmuş, aslında evrimsel bir kuyruk artığıdır. Dolayısıyla omurga tek bir kemik değil, 33 adet omurdan oluşmuş bir yapıdır.

Ama bu yapıdaki tek yapıtaşı da kemikler değildir. İki numaralı boyun kemiğinin altından başlayarak, sakruma gelen kadar her iki omurun arasında bir adet disk bulunur. Diskler bir nevi amortisör görevi gören yastıkçıklardır. Omuriliğin geçtiği omurga kanalının hemen önünde, iki omur kemiğinin ana gövdelerinin arasında yer alırlar. Bu yastıkçıların üzerinden kemikler belli açılarda, öne, arkaya, sağa, sola harekete edebilir ve belli oranda dönüş hareketi de sergileyebilirler. Disk dediğimiz bu yastıkçıklar iki parçadan oluşur; dışarıda sert bir kılıf ki buna tıpta “annülüs fibrosus” diyoruz ve içinde yumuşak ve su oranı yüksek bir dolgu maddesi ki buna da “nükleus pulposus” diyoruz.

Bunun dışında omurganın, omurga kanalının arkasında da, sağlı sollu, her mesafede iki adet, faset eklem diye tabir ettiğimiz eklemleri mevcuttur. Dolayısıyla her iki omur kemiği önde, aralarında bir disk ve arkada, sağlı sollu iki adet faset eklemi ile hareketli bir ünite oluşturur. Bu hareketli üniteler ise üst üste, kuyruk sokumundan boyna kadar dizilir. Ayrıca bunlar dışında, ligament adını verdiğimiz bağlar da, omurgayı önden-arkadan, içerden-dışarıdan sabitler.

Omurganın en hareketli olduğu bölge boyundur. Özellikle kafatası ile bağlantısından ötürü, omurganın başka yerinde var olmayan hareket kabiliyeti bu bölgede mevcuttur. Öte yandan da bu aşırı hareket kabiliyeti, travma ve dejenerasyon tabir ettiğimiz yıpranma açısından bu bölgeyi daha hassas hale getirir. Sırt bölgesinde ise omur kemikleri kaburgalara bağlandığı için, bu bölgede hareket çok kısıtlıdır ve dolayısıyla bu bölgede dejenerasyona bağlı sorunlar daha az gözükür. Bel bölgesi ise hem hareketli olduğu için hem de vücut ağırlığının büyük bir kısmını taşıdığı için, dejenerasyona en çok maruz kalan bölgedir. Kuyruk sokumu tabir ettiğimiz sakrum ve koksiks ise daha çok kırıklar, romatizmal hastalıklar ve tümörler ile gündeme gelir.

Omurga, önden baktığımızda düz, yandan baktığımızda ise S çizen bir yapıdır. Boyun bölgesi lordoz dediğimiz öne doğru bir C, sırt bölgesi kifoz dediğimiz arkaya doğru ters bir C, bel bölgesi öne C, kuyruk sokumu arkaya C çizer. Ama boynun orta noktasından aşağı bir şakül sarkıtsak, dümdüz kuyruk sokumunun ucuna iner. Yani diğer bir deyişle, sağlıklı bir omurgada bu açılanmalar bir ahenk içerisindedir.

En sık görülen omurga hastalığı, halk arasında fıtık tabir edilen, disk herniasyonudur. Bel ve boyun ağrısı şikâyeti ile polikliniğe başvuran hastaların %1 ila 3’ünde cerrahi gerektirebilecek bir fıtık mevcuttur. “Fıtık” konusu maalesef toplumumuzda en yanlış anlaşılan tıbbi konuların başında gelmektedir. Klinik öneme haiz fıtık oranı yukarıda belirtildiği kadar düşük olmasına rağmen, kime sorsak mutlaka fıtığı olduğundan, hatta 3 tane 5 tane gibi, tıp ile örtüşmeyen çoklu sayılardan bahsedecektir. Bunun en önemli nedeni, ülkemizdeki MR tabir edilen görüntüleme tekniği ile ilgili politikadır. Sadece İstanbul’daki MR cihazı sayısı, Avrupa’nın toplamından daha fazladır. Ayrıca Avrupa’da en ucuz MR tetkiki €300’dan başlayıp, İsviçre gibi ülkelerde €2000’ya dahi ulaşabilirken, günümüzde devlet hastanelerinde ihale usulü çalışan firmalar €10’nun altında MR çekmektedir. Her ne kadar düşük görüntü kalitesiyle ve eksik sekanslarla çalışsalar da, 7/24 çalışan bir fabrika gibi, gerekli – gereksiz herkese MR çekmektedirler. Bunun sonucu olarak da bu filmlerde gözüken, önemli veya önemsiz her ayrıntı, ya fıtık ya da fıtık başlangıcı diye adlandırılmaktadır.

Buradan yola çıkarak, bir hekim olarak, bizim fıtıktan ne anladığımızı açıklamaya çalışalım. Daha önce belirttiğimiz gibi, disk dediğimiz yastıkçık, sert bir kılıftan ve yumuşak bir iç dolgusundan müteşekkildir. Disk ile ilgili görülecek ilk dejenerasyon veya yıpranma bulgusu, dış kılıftaki ince yırtıklardır. Dış kılıftaki ince yırtıkları ise içerdeki yumuşak maddenin yapısının değişmeye başlaması takip eder. Bunu kabuğu soyulan bir elmanın yavaş yavaş okside olarak kahverengiye dönmesine benzetebiliriz. Bu bir fıtık değildir. Tıbbi adı, disk dejenerasyonudur. İleriki aşamalarında “siyah disk” diye de tabir edilebilir. Bu tıbbi durum ilk safhasında bel ağrısı yapabilir ama geçicidir. Bu ağrıya neden olan etkenin, dejenerasyon esnasında salınan kimyasal maddeler olduğu söylense de, kesin olarak ispatlanmamıştır.

Bu aşamada ilk yapılması gereken, ilaç tedavisi ve istirahat ile ilk safhayı atlatmaktır. Daha sonra bu dejenerasyona yol açan etkenleri bulup ortadan kaldırmak gerekir. Omurga sağlığı üzerine en büyük negatif etken, aşırı kilolu olmaktır. Dolayısıyla ilk hedef ideal vücut ağırlığına inmek olmalıdır. İkinci en büyük etken, mikrotravmalardır. Bir örnek vermek gerekirse, trafikteki dur-kalk esnasında boynumuzun sürekli öne-arkaya gitmesi, boyun fıtığını tetikleyen en önemli etkenlerden biridir. Diğer bir örnek, titreşimli iş makineleri kullanmaktır. Belki de hiç aklımıza gelemeyecek ve aslında sağlık için yaptığımız koşu da, her zıplama hareketi ile mikrotravma yarattığı için omurga sağlığımız açısından zararlıdır.

Negatif etkenleri ortadan kaldırdıktan sonra bu sefer pozitif etkenler yaratmamız gerekir. En büyük pozitif etken, omurgayı kuşatan kasların kuvvetlendirilmesidir. Bunun da en etkili yöntemi yüzmedir. Yüzmeden fayda görebilmek için, haftada 3 kez, günde 40 dakika, hangi stilde olursa olsun hiç durmadan yüzmek gerekir. Yüzme imkânı olmayanlar ise, bir fizyoterapist ile irtibata geçerek, bu maksatla yapabilecekleri egzersizleri öğrenerek, her gün kendi kendilerine uygulayabilirler.

Dejenerasyonun bir sonraki süreci, bu yırtıklardan dolayı dış kılıfın zayıflaması ve içerideki yumuşak dolgunun dışarı doğru çıkmaya çalışması ve bu şekilde de, amiyane tabirle, diskin arkaya doğru hafif bel vermesi ki biz buna tıbben “bulging” diyoruz. Bu aşamada, yukarıdaki yöntemlere ek olarak, hastaya fizik tedavi de önerilir.

Bir sonraki aşama, bel verme aşamasının geçilip, içerideki dolgunun kılıftan dışarı hafif bir şekilde çıkmasıdır. Buna tıbben “protrüzyon” denilir. Diskin hemen arkasında omurga kanalı, içinde de omurilik olduğu için, bu dışarı çıkan disk materyali, hemen önündeki “dura” denilen omuriliğin zarına temas eder ve bu ağrı yaratır. Burada da yukarıdaki gibi davransak da, bazen fizik tedavi yeterli olmayabilir. Fizik tedavinin yeterli olmadığı durumlarda önce manipülatif tedavi, eğer ağrı yine geçmezse, patolojik bölgeye steroid enjeksiyonu anlamına gelen, algolojik tedavi uygulanır.

Bundan sonraki iki aşama ise klinik öneme haiz, cerrahi gerektiren, gerçek anlamda fıtıklardır. Bunun ilki, diskin dış kılıfının geniş bir şeklide yırtılıp, içindeki dolgu maddesinin büyük oranda dışarıya fışkırarak, fıtıklaştığı durumdur ki buna tıbben “ekstrüzyon” denilir. Son aşama ise bu dışarı fışkıran iç dolgunun koparak, serbest bir parça halinde kanalın içine düşmesidir ki bunun da tıbbi adı “sekestrasyon” dur. Daha önce de bahsettiğimiz gibi diskin hemen arkasında omurga kanalı, içinde omurilik ve omurilikten ayrılan sinirler vardır. Bu omurilikten ayrılan sinirler de omurga kanalının sağında ve solunda bulunan foramen dediğimiz deliklerden omurga kanalını terk ederler. Ekstrüde veya sekestre bir fıtık oluştuğunda bu fıtık, ya omuriliğe ya da sinirlere bası uygular. Sinirlere bası uyguladığında hasta ağrıyı belinden veya boynundan çok kolunda veya bacağında hissetmeye başlar. Bu klinik açıdan çok önemlidir, çünkü bu ağrının bir sonraki aşaması da ağrının hissedildiği uzuvda öncelikle his kaybı sonrasında da, felç tabir edilen, kuvvet kaybı gelişmesidir. Dolayısıyla böyle bir nörolojik kayıp gerçekleşmeden, ameliyat ile o fıtığı almak gerekir.

Her ne kadar hepsinin adı fıtık olsa da, boyun, sırt ve bel bölgesinin fıtık cerrahileri tamamen birbirinden farklıdır. Boyun fıtığı ameliyatı için önden, boyun kıvrımlarından birinin içine yatay bir kesi yapılır. Daha sonra nefes ve yemek borusu bir tarafa, şah damarı ise öbür tarafa doğru ekarte edilerek mikroskop yardımıyla açılan koridordan omurgaya ulaşılır ve mikroşirürjikal yöntemlerle tüm disk ve fıtık çıkartılır. Tüm disk çıkartıldığı için boyun fıtığı ameliyatı sonrası aynı mesafeden tekrar bir fıtıklaşma söz konusu değildir. Disk çıktıktan sonra arada boşluk kalması mekanik sorunlar yaratacağı için oluşan boşluğa bir implant yerleştirilir.

Sırt bölgesinde ise omurga kemikleri kaburgalara bağlı olduğu ve göğüs kafesinin içerisinde akciğerler ve kalp olduğu için yapılacak cerrahi bir nevi göğüs cerrahisine benzer. İlgili kaburga kesilerek çıkartılır ve akciğer ekarte edilerek omurgaya yandan yaklaşılır.

Bel fıtığı cerrahisi ise arkadan yapılır. Halk arasında kapalı diye tabir edilen cerrahinin adı “mikrodiskektomi” dir. Bele yapılan yaklaşık 5 cm lik bir ortahat kesisi ile cilt, cilt altı ve kaslar geçildikten sonra özel bir ekartör yardımıyla omurgaya ulaşılır. Mikroskop altında önce omurgaya arkadan küçük bir pencere açılarak kanal içine girilir. Daha sonra omurilik kılıfı ve sinirler kenara çekilerek ön tarafa ulaşılır. Önce serbest parça ve taşmış olan disk materyali temizlenir. Daha sonra diskin içine girilerek serbestleşen parçalar da alınır. Bu yöntemle diskin yaklaşık %70’i boşaltılır, dolayısıyla tekrar aynı mesafeden fıtık olma olasılığı düşük de olsa vardır ve bu oran %3’tür. Son zamanlarda bel fıtığı cerrahisinde, bir boru içinden kamera ile girilerek yapılan endoskopik cerrahi de uygulanmaktadır ama bu cerrahi kanal içi fıtıklar için uygulanmayıp, tüm vakaların sadece %1’ini oluşturan, “far lateral” diye adlandırılan, kanal dışı fıtıklar için uygulanır.

Fıtıktan sonra omurgada en sık gördüğümüz hastalık, kanal daralmasıdır. Buna halk arasında kireçlenme de denilir. Eğer doğuştan gelen anatomik bir farklılık yoksa bu bir orta-ileri yaş hastalığıdır. Ellili yaşlarda başlangıç seviyelerini görsek de, asıl tablo altmışlı, yetmişli, seksenli yaşlarda ortaya çıkar. Bazen hastalar, “Ben 75 yaşındayım, böyle bir ameliyatı kaldırabilir miyim?” diye sorduklarında, biz zaten bunun bu yaşların bir hastalığı olduğunu izah etmeye çalışırız. Hatta bununla ilgili bir anekdot paylaşmak gerekirse, bir keresinde 91 yaşında çok ileri bir vaka ile karşılaştım. Daha önce hiç 90 yaşının üzerinde bu ameliyatı yapmadığım ve hastanın ne kadar sürede toparlayabileceğini ön göremediğim için ameliyattan uzak durmaya çalıştım ama hasta ısrarla “her şeyi göze aldım, kesinlikle böyle yaşamak istemiyorum” deyince, hastanın kararlılığı karşısında ameliyatı yapmaya karar verdim. Ameliyat çok başarılı geçti, ama hasta ameliyattan sonra 3. ayda halen desteksiz yürüyemiyordu. Hastaya faydalı olamadığım için çok üzülmüştüm. Aradan 1 yıl geçti. Bir gün ailemle dışarıda oturmuş yemek yiyordum. Bir baktım hastam, kızı ile kol kola girmiş caddede yürüyüş yapıyor. O da beni gördü, yanıma geldi, kulağıma eğilip sessizce, “bugün böyle dolaşabiliyorsam senin sayende” dedi ve gitti. Hayatımın en mutlu günlerinden biriydi.

Bu hastalığı biraz izah etmek gerekirse, tüm dokuların kireçlenmesi yani tıbbi adıyla “kalsifiye olması” diye özetleyebiliriz. Minik fıtıkçıklar kireçlenerek kemikleşir, “ligament” tabir ettiğimiz bağlar kireçlenerek kalınlaşır, kemiklerin uç noktalarından “osteofit” tabir ettiğimiz olmaması gereken kemik çıkıntılar gelişir, arkadaki bağlar ve faset eklemler kireçlenerek kalınlaşır. Tüm bu dejenere yapılar sonuç olarak kanalı daraltır ve içinden geçen omuriliği ve sinirleri, tabir caizse, boğar. Eğer boyun seviyesinde olursa, kollarda güçsüzlük, bacaklarda sertleşme ve robot gibi bir yürüyüş görürüz. Sırt bölgesinde olursa, bacaklarda sertleşme, göbekten aşağı hissizlik ve idrar tutma ile ilgili sorunlar görebiliriz. Belde oluruz en sık olarak, yürüme mesafesinde azalma görürüz. Hasta en fazla 500 metre yürüyebilir ve her 500 metrede bir oturup dinlenme ihtiyacı hisseder. Bu hastalığın tedavisi cerrahidir. Tüm etkilenen mesafelere hâkim olacak şekilde büyük bir açılış yapılır. Daha sonra, bir kuyumcu hassasiyeti ile mikroskop altında, tüm sıkışan sinir dokuları sabırla birer birer açılır. Ameliyat bittiğinde çok fazla kemik almak gerekmiş ve omurganın mekanik sağlamlığı ile ilgili tereddüt varsa omurga mutlaka implantlar ile desteklenir.

Üçüncü sırada gördüğümüz dejeneratif omurga hastalığı ise halk arasında kayma diye bilinen “spondilolistezis” tir. Boyun bölgesinde de görülmekle birlikte en sık bel bölgesinde veya bel ile kuyruk sokumunun sakrum kemiği arasında görülür. Daha önce de belirttiğimiz gibi omurga, 33 adet vertebra tabir ettiğimiz omur kemiğinin birbiri üzerine dizilmesinden oluşur. Bunları bir arada tutan sistemlerin bir zafiyeti söz konusu olursa, o seviyede omur kemikleri birbiri üzerinden kaymaya başlar ve kayarken de omurga kanalını daraltmaya başlar. En sık görülen zafiyet “pars kırığı” denilen, faset eklemlerini oluşturan kemiklerin kırılmasıdır. Tedavi cerrahidir. Birbiri üzerinden kaymaya çalışan kemikler birbirine vidalanarak sabitlenir.

Dejeneratif hastalıklardan sonra, bel ve boyun ağrısına neden olan diğer bir başlık ise kırıklardır. Genç hastalarda ciddi travmalar sonrası görebileceğimiz kırıklar, yaşlı ve ileri seviyede kemik erimesi olan hastalarda, şiddetli bir hapşırma ile bile gerçekleşebilir. Travma sonrası gelişen kırıklara iki açıdan yaklaşılır: Bir, kırıktan dolayı omuriliğe herhangi bir bası var mı; iki, mekanik olarak omurga “stabil” mi, yani fonksiyonel bütünlüğü bozulmuş mu? Bu sorulardan herhangi birinin veya ikisinin de cevabı “evet” ise mutlaka cerrahi, hatta bazı durumlarda acil cerrahi gerekir. İleri yaşlarda veya kemik erimesine bağlı gördüğümüz kırıklarda ise genellikle yukarıdaki soruların cevabı “hayır” dır ve bu yüzden cerrahi gerekmez. Bu hastalarda korse tedavisi önerilir. Ama bazı durumlarda kırık çok fazla ağrıya yol açabilir veya birden çok seviyede oluşan kırıklardan ötürü hasta kamburlaşamaya başlayabilir. Bu tip durumlarda hastalara daha küçük bir cerrahi ile kemik içine “vertebroplasti” veya “kifoplasti” dediğimiz, kemik çimentosu enjeksiyonu yapılabilir.

Diğer bir başlık ise tümörlerdir. Tümörleri, omurilik tümörleri ve omurga tümörleri olarak ikiye ayırmamız gerekir. Omurilik tümörü, eğer iyi huylu bir tümör ise genellikle omuriliğin zarından veya sinir köklerinin bir dalından gelişir. Mikroşirürjikal yöntemlerle tamamen çıkarıldıkları takdirde, tıbben “kür” diye ifade edildiği şekilde hasta tamamen iyileşir ve tümörden kurtulmuş olur. Kötü huylu omurilik tümörleri ise, omurilik dokusunun kendi içinden gelişir. Bunlar, görüntü olarak tamamen çıkartılsa bile aslında bilimsel anlamda tamamen çıkartılmaları mümkün değildir. Cerrahinin amacı, tümör kitlesini küçültmek, omurilik üzerindeki basıyı azaltmak ve tümörün patolojik tanısı koyabilmektir.

Omurga tümörleri ise kemiğin içindeki tümörlerdir. Maalesef vücudumuzun diğer yerlerindeki tümörlerin sıçramayı yani “metastaz” yapmayı en çok sevdiği yer omurgadır. Dolayısıyla bilinen bir kanser tanısı olan hastanın bel veya sırt ağrısı başlarsa derhal bir görüntüleme yapmak gerekir. Genellikle metastazlar birden çok olur. Eğer hastanın omurga MR tetkikinde birden çok kitle görünürse, tüm vücut kemik sintigrafisi ve PET yapmak gerekir. Eğer hastanın bilinen bir kanser öyküsü yoksa veya tek bir kitle varsa, bazen mini bir cerrahi ile örnek alarak patolojiye göndermek gerekebilir. Nadiren de kitleler kemikleri çok zayıflatıp kırılmasına yol açabilir. Bu tip durumlarda kırık cerrahisi uygulamak gerekebilir. Ama omurga metastazlarında nihai tedavi radyoterapidir.

Omurga enfeksiyonları da ülkemizde sık görülen bir bel ağrısı nedenidir. Tüberküloz omurgayı tuttuğu takdirde Pott absesi diye bilinen bir abse gelişimine yol açar. Tedavisi ilaçlarla olsa da, bazı durumlarda bu abseyi cerrahi olarak boşaltmak gerekebilir. Eski yıllara göre tüberkülozun daha az görülmesi nedeni ile bu hastalığa artık daha az rastlıyoruz. Fakat halen sıklıkla gördüğüz başka bir enfeksiyon bruselladır. Ülkemizdeki en büyük alışkanlıklardan biri açık peynir tüketilmesidir. Marketlerde satılan ambalajlı ürünlerin aksine, pazarlarda, bazı şarküterilerde ve organik dükkânlarda satılan açık peynirlerin çoğu pastörize edilmemiş çiğ sütten üretilir. Eğer hayvanda brusella hastalığı varsa, hayvanın sütünden üretilmiş peyniri veya yoğurdu yiyen kişiye de geçer. Bu mikroorganizma en çok omurgayı sever. Tipik bulgusu, özellikle akşamları artan ve hafif ateş ile seyreden bel ağrısıdır. Teşhis, kan tahlili ile konulur ve tedavisi ilaç tedavisidir.

Bel ve boyun ağrıları söz konusu olduğunda diğer bir başlık ise “deformiteler”, yani omurga şekil bozukluklarıdır. Daha önce de bahsettiğimiz gibi, omurgaya önden baktığımızda düz bir şekli vardır. Eğer C şeklinde veya S şeklinde bir açılanma olursa buna “skolyoz” diyoruz. Skolyozlarda altta yatan bir neden olabilmekle birlikte, çoğu zaman “idiyopatik” dediğimiz, altta yatan bir patoloji olmayan durumlardır. Açılanmanın az olduğu durumlarda fizik tedavi hem açılanmanın artmasını engeller, hem de bir miktar açıyı azaltmakta etkili olur. Eskiden kullanılan korse tedavileri günümüzde çok tercih edilmemektedir. Klasik bilgi olarak da, açılanmanın 40 derecenin üzerinde olduğu olgular ameliyat edilir. Burada üzerinde durulması gereken noktalardan biri şudur: Ülkemizde bu ameliyatlar genellikle Ortopedi hekimleri tarafından yapılmaktadır. Ameliyat Ortopedi hekimi tarafından yapılacaksa bile, öncelikle bir Beyin Cerrahi tarafından hasta mutlaka değerlendirilmelidir çünkü bazen doğuştan gelen bazı omurilik anomalileri deformitelere eşlik edilebilir ve öncelikle kanal içerisindeki sorun düzeltilmeden açı düzeltilmeye çalışılırsa sonuç üzücü olabilir.

Diğer bir başlık ise doğumsal sorunlar, yani “konjenital anomaliler” dir. Anne karnındayken omuriliğin oluşması esnasında oluşabilecek bazı sorunlar çok ciddi olup, bebek doğarken omuriliğin dışarıda doğmasına yol açacak kadar dramatik olurken, bazıları sessiz kalıp ergenlik döneminde veya genç erişkinlikte ortaya çıkabilir. Kapalı “spina bifida” diye adlandırdığımız bu hastalık grubu, çeşitlerine göre, diplomyeli, diastometamyeli, kalın filum terminale gibi çeşitli isimler alır. Aslında temel mekanizma şudur: Hepimiz doğduğumuzda omuriliğimiz bel ile kuyruk sokumunun kesişme noktasında sonlanır. Büyüdükçe ve boyumuz uzadıkça omurilik yukarı doğru çekilmeye başlar ve nihai olarak bel ile sırtın kesişme bölgesinde sonlanır. Eğer rahim içindeki gelişme esnasında herhangi bir şey yolunda gitmezse, bu omuriliğin bir bölgede takılmasına yol açabilir. Bebeklik ve çocukluk döneminde dikkatlerden kaçan bu durum, özellikle ergenlikle birlikte boyun hızla uzaması sonucu sinyal veremeye başlayabilir. Ergenlik veya genç erişkinlikte ortaya çıkan bacaklarda güçsüzlük veya idrar tutmakta zorlanmak gibi şikâyetlerin altında bu tip bir durum yatabilir. Bu hastalardaki ipuçlarından biri de, sıklıkla sorunun olduğu bölgenin üzerinde aşırı kıllanma veya hemanjiom dediğimiz damarsal lezyon gibi cilt bulgularının görülmesidir. Bu doğumsal anomaliler teşhis edildiği anda mutlaka ameliyat edilmelidir.

Bel ve boyun ağrısı söz konusu olduğunda gözden kaçan başlıklardan biri de romatizmal hastalıklardır. Romatizmal hastalıkların mekanizması, “enflamasyon” dediğimiz, herhangi bir mikrobiyolojik etken olmaksızın, vücudun kendi kendisine yarattığı bir tür iltihaplanmadır. Romatoid artrit gibi bir çok romatizmal hastalık omurgayı etkileyebilirken, omurga da en sık gördüğümüz romatizmal hastalık “ankilozan spondilit” tir. Başlangıcı genellikle genç yaşlarda olan bu hastalık ilaç tedavisi ile kısmen kontrol altına alınabilir. Bahsettiğimiz bu mikropsuz iltihaplanmayı en sık gördüğümüz bölge ise  omurga ile leğen kemiğinin yaptığı eklemdir ve bu durumun tıbbi ismi “sakroileit” tir. Çoğunlukla istirahat ve ilaç tedavisine cevap verir.

Tekrar özetlemek gerekirse, bel ve boyun ağrısı toplumda en sık görülen şikâyetlerdendir. Çoğu zaman altta yatan herhangi bir hastalık olmasa da, bazı durumlarda kanserden romatizmaya kadar birçok hastalığın habercisi olabilir. Önemli bir bel-boyun ağrısı ile önemsiz bir bel-boyun ağrısını ayırt edebilecek kişi ise, omurga hastalıkları konusunda tecrübeli bir Beyin Cerrahisi hekimidir.